Karagöz Travel   Karagöz Travel
Karagöz Turizm Instagram Karagöz Turizm Facebook
Türsab
EYLUL 1955' IN SANCISI...
6-7 Eylül sancısı

Eylül 1955’in sancısı...
Güz Sancısı”nın senaryosu, 6-7 Eylül gibi çok boyutlu bir gelişmeyi basite indirgiyor, olayları açıklayamıyor, insanları düşündüremiyor.

Kayıt tutmayız, bir-iki sohbet dışında her şeyi unuturuz. Hatırladığım ilk olay, Yeşilköy’deki şarküterinin encamıydı. Dükkan darmadağındı, havyarlar saçılmıştı; yağmacılar garip peynirleri tatmadan dağıtmışlardı, anlaşılan tahin helvasıyla beyaz peynir aramışlardı.
Sahibi olan Rumla, köyün Levanten hanımları lisan-ı fransevi konuşuyorlardı. Hatice teyzem çevirdi: “Ziyanı yok, Allah size iki mislini verir.” Adam “Merci madame” diyor ve beriki devam ediyor, “üç mislini versin”, hızını alamıyor “hatta dört defa versin.” Gariptir, bu diyalogla aşağılandığımızı o yaşımda hissettim.

Beyoğlu caddesinin halini doğrusu o zaman görmemiştim ama anlatılanlar dehşetti. Dehşeti Türkler üzülerek seyrediyor, daha aklı başında insanlar dökülen milli servete acıyor, Rum vatandaşları ise caddenin iki yakasından birbirine “Bora ine thaperasi” yani “Bu da geçer yahu” diye sesleniyorlarmış.
Yağmacılıkla kimse ezilemez, ne Balkan Türklüğü ne Rusya Yahudiliği ezildi. İstanbul Rumları niçin yağmayla saf dışı edilsin ki? Dahiliye vekilimiz Dr. Namık Gedik “Mozaik çatladı” demiş. Ne kadar tertip veya değil, olaylara İstanbul’un 1955’te artan işsiz takımı nasıl çekildi, hâlâ anlaşılamıyor. Şurası da açık ki, 1955’te hiçbir yerin halkı polise ve kanuna rağmen bu kadar fütursuzca sokağa dökülemezdi. İmparatorluğumuzun yarattığı mozaik gerçekten o gün çatladı.
Peki İstanbul’un 1950’li yıllarından haberi olmayan bütün bir nesil Sayın Yılmaz Karakoyunlu’nun senaryosundan ve “Güz Sancısı” filminden İstanbul Rumlarını nasıl görüyor? Randevuevi olarak işletilen bir Beyoğlu apartman katında, güzel torununu pazarlayan bir büyükanne ve onların ahbabı, oyuncakçı Rum.
Tarabya’da kilise yanıyormuş ama Büyükdere’de böyle bir vaka olmamış. Arnavutköy’de yağmalanan bir berber dükkanını ertesi gün bütün komşular yeniden abat etmeye gayret etmiş. Yedikule’de yağma olayları var, Samatya ahalisi yağmacıları mahallelerine uğratmamış.
6-7 Eylül gecesi çalkalanan koca şehirde “Güz Sancısı”, Taksim Aya Triada’nın yanındaki sokakta dönüyor. Ara sıra elinde sopayla geçen bazı ademler, çaputla doldurulmuş bir sokak, orta sınıftan Zuhal Olcay’ın canlandırdığı bir yağmacı kadın ve alt sınıftan öbür yağmacılar...
Koskoca bir şehri saran bu zıt olaylar ve insanlar; apartmanını koruyan bir emekli albay ve “Burada gavur yok” diyerek yağmacıları ikna eden bir bekçiden ibaret.
Hele kapılara kırmızı boyayla haç konması İstanbul’dan değil, Paris’te Protestanların kesildiği St. Bartholomeus gecesinden mülhem bir basit episod.
Herkes neyi savunursa savunsun, çok bilmek zorunda. Tomris Giritlioğlu teferruata çok dikkat eden başarılı bir yönetmendir, bunu biliyorum. Tabii kendisine çevreyi de çok iyi veren metin olursa mesele kalmaz. Ama Karakoyunlu’nun böyle bir metin ortaya çıkaramadığı çok açık. Çok çizgili ve renkli olayları basite indirgemek fazla bir zenginlik getirmez. Daha evvel Mithat Paşa’nın Yıldız mahkemesinde yargılanma olayını da seyretmiştim ve “Salkım Hanım’ın Taneleri”ni biliyorum, aynı doğrultuda kaleme alınmış.

Arkadan yağmacılar nasıl geldi?
6-7 Eylül olayları, Varlık Vergisi ile birlikte yakın tarihin en büyük sorun çıkaran iki tertibidir. Tertiplerin akışına sorumlular bile hakim olamamıştır. İş büyümüş ve ustasından iyi öğrenemediği sihirli kelimelerle süpürgeye emir verip dükkanı süpürtmeye başlayan ama durduramayan büyücü çırağının haline benzemiştir.
Kıbrıs olayları üzerine ilk adım muhtemelen milliyetçi muhacir çevrelerden gelmişti ama nasıl oldu da bunları saf dışı eden yağmacılar arkadan ortaya çıktı?
Türkiye bugüne kadar 6-7 Eylül yağmasının ve yağmanın üzerine katliam propagandasının töhmeti altında dış dünyada tanınıyor.
Galiba yazarların bu gibi serencamı bütün renkleriyle ele almaları gerekiyor. Basite indirgenerek çizilen resimlerin hiçbir olayı açıklayamadığı ve insanları düşündüremediği açıktır.
Bir dostum “Bomboş çıktım, ne diyeyim?” dedi. Evet, “Tarihçi değiliz” diye cevap verilecektir. Tarihin bam teline dokunanlar sonunda tarihçi olmadıklarını söylüyor ama tarihçiden daha çok bilmek ve derinlemesine düşünmek zorundayız.
Prof.İlber Ortaylı - 01 subat 2009 tarihli Milliyet Pazar ekinden

Meraklısına GÜZ SANCISI FILMI Sinemalarda

Güz Sancısı

http://www.guzsancisi.net/

1955 yılında geçen filmde milliyetçi, zengin bir toprak ağasının idealist oğlu olan Behçet, karşı komşusu Rum Elena’ya aşık olur ve 6-7 Eylül olaylarının panoramasında duygularıyla ve siyasi fikirleriyle bir iç hesaplaşmaya girişir.
Behçet’in muhafazakar, sakin, ağırbaşlı, içe dönük aynı zamanda da hakkaniyete ve ahlaka önem veren bir yapısı vardır. Türk milletinin batılılar tarafından abluka altına alınmış olduğunu, bu durumun da Kıbrıs’ta açıkça ortaya çıktığını düşünmektedir.
Beyoğlu'na ağır ağır inmeye başlayan bu gergin siyasi atmosferin karanlığı altında biri Türk biri Rum iki genç arasındaki karşı konulmaz aşk, kendini savunmaya çalışmaktadır. Behçet, militan bir kalemin günbegün koyulaşan renklerle çizdiği bir politik çizgide yürürken; 6 Eylül 1955 sabahına doğru attığı her adım, Elena'ya kavuşmasını zorlaştırır. Türk siyasi hayatının ağır yükünü sırtlarında taşımak zorunda kalan bu iki sevgili, aşkın topraklarında "aynı", yaşadıkları ülkenin topraklarında "farklı" taraflardadır.
Biri milliyetçi bir toprak ağasının oğlu, diğeri fahişelik yapan bir Rum kızının yaşadıkları aşkla değişip, başkaldırmayı öğrenmelerini konu alan filmin hikâyesini 6-7 Eylül olayları ve dönemin azınlık sorunu besliyor.

Türsab  Türkiye

Karagöz Turizm Instagram  Karagöz Turizm Facebook

Gizlilik Politikası  Kullanım Şartları  Hesap Numaralarımız  Ödeme Şartları  İş Başvurusu

© 2020 Karagöz Turizm ve Seyahat Acentası

Profornet