KOMŞU ADALARDAKİ İNSANLIK MACERASI
Bugünkü Türkiye halkının önemli bir bölümü Akdeniz adalarındandır. Helenizm de Ege adalarındaki restorasyonunu oradaki Osmanlı hakimiyeti dönemine borçludur. Oralardaki kalıntılar yoğun bir insanlık macerasını ifade ediyor.
Bugün Ege adaları dediğimiz takımadaların sayısı; irili ufaklı, meskûn veya gayrımeskûn, bazıları susuz kayalıklardan ibaret olmak üzere 1500 kadardır. Ege adaları toplam 214 bin kilometrekarelik sahayı kaplar.
Osmanlı döneminde Cezayir-i Bahr-i Sefid yani Akdeniz adaları topluluğu bir vilayetti. Klasik Osmanlı devrinde ise büyük amiral mesabesinde olan Kaptan-ı Derya’nın yönetiminde bir eyaletti; adalar donanmanın haslarını oluştururdu. En başta tersane emini olmak üzere, derya sancak beyleri dediğimiz amirallerin de bu adalar kısım kısım maaşlarını oluştururdu. Yani kaptan paşa ve derya beylerinin haslarıydılar.
Ege’nin batısında Yunan ana kıtasına yakın Kiklad takımadası yer alır ki içlerinde Eğriboz (Euboia), Egine gibi tanınmış adalar vardır. Ahaliyle bütünleşmeseler de bulundukları coğrafyayı iyi tanıyan Osmanlı yöneticileri dört asır boyu bu dağdağalı yerleri yönetmişlerdir.
Adaların fizik sorunları kadar etnik yapısı da sanıldığı gibi basit değildi. Helen unsur Ortodoks mezhepten olmakla birlikte, uzun süren Venedik ve Cenova hâkimiyeti dolayısıyla Katolik Helenler de vardı. Aralarındaki gerilim bugüne kadar devam etmiştir.
Bereket dolu Girit
Bundan başka İtalyan hâkimiyetinden kalan ve yavaş yavaş eriyen bir nüfusla birlikte küçümsenmeyecek sayıda Yahudi cemaatleri ve tabii Osmanlı’nın yerleştirdiği Türkler ve Lübnanlılar da vardı. Bilhassa Girit gibi yerlerde Sunni Müslümanların yanında Alevilik ve Bektaşiliğe yakın olan gruplar da yerleşmişti.
Şurası da bir gerçektir ki 17. asrın ikinci yarısında fethedilen Girit adasında devlet Kırım ve Bosna gibi yerlerdekinin aksine medreseler inşa etmek ve hatta 19. asra kadar Mevlevi ve Nakşi dergahları kurdurmak gibi faaliyetlerde pek bulunmadığından, İslamiyet bir ölçüde bu gibi Bektaşi dervişlerin faaliyetleri ile yayılmıştı.
Bu nüfus yapısı özellikle Osmanlı Türklerinin bölgeden çok bulundukları Sakız, Sisam (Samos), Rodos, Kos (İstanköy) ve Meis’in oluşturduğu Oniki Adalar’da göze çarpar. Kuzey Ege adaları diyeceğimiz Taşoz, Limni, Semadirek (Samotraki), Midilli, Bozcaada (Tenedos) ve Gökçeada (İmroz) da böyledir.
Kuzey Ege adaları ve Oniki Adalar II. Meşrutiyet’ten sonra Balkan Harbi başlarında İtalya ve Yunanistan arasında işgale uğrayıp paylaşıldı. Kiklad adaları ise 19. asırda Yunanistan tarafından tek tek ele geçirildi.
Muhteşem güzellik ve bereket dolu Girit ise bu adalara dahil değildir. Burada iklim daha mutedildir; sebebi de Afrika’nın sıcak rüzgarlarını kesen İda Dağları’dır. Bu bakımdan Girit, Ege adalarının içinde İstanköy ile birlikte hemen hemen en sulak ve hiç şüphesiz en verimli ve çeşitli tarımsal ürünün devşirildiği bölgedir.
İlk gazete bu bölgede
1664’te Osmanlı harp teknolojisinin yönettiği başarılı kuşatmayla inatçı Venedik savunması ve kale teknolojisi karşı karşıya geldi. Kuşatma ve Venedikli Morosini’nin karşı karşıya geldiği uzun harp sona ermişti.
İki asır sonra ada tekrar Müslümanlar ve Helenler arasında kanlı bir çatışmaya sahne oldu, 1890’larda özerklik verildi. 1908’den sonra da Bosna-Hersek’in Avusturya’ya, Doğu Rumeli’nin Bulgaristan’a ilhak edilmesi gibi Girit de Yunanistan’a ilhak edildi. Ondan sonra Türkiye’nin Ege ve Akdeniz sahillerine sonsuz bir Giritli Müslüman göçü başladı. Akdeniz adaları 1912’den sonra Türkiye’den ayrılsa da buradaki Ortodoks kiliselerin Fener Patrikhanesi’ne bağlılığı devam ediyor.
Ege adalarının kendine has sorunları vardı. Mesela Midilli zengin zeytin tarımı ile tanınır ama tahıl Anadolu’dan gelirdi. Bu ticaret demektir. Nitekim Osmanlı döneminde Midilli’deki malikaneler ve refah da, ada Yunanistan’a katıldıktan sonra kayboldu. Adaların 17. asırda Türk nüfusu arttı. Anadolu’dan muhtelif nedenlerle göçmen geçtiği anlaşılıyor. Sonra Türk nüfusta azalma başladı.
1829’da Yunanistan bağımsız oldu, İzmir yakınlarındaki Samos ise Sisam emareti adıyla bağımsızlık kazandı. Adanın nüfusu militan Helenlerdi. İdare için Fenerli Rum beylerinden biri Sisam emiri olarak tayin edildi, bunların en ünlüsü Miltiyadi Everet Bey’dir. Adanın bir meclisi vardı, eğitim Rumcaydı ve bir de elimizde bulunmayan bir vilayet gazetesi çıkıyordu, demek ki ilk gazete bu bölgededir.
Osmanlılık Akdeniz adalarında ilerledikçe Venedik ve Cenova hakimiyeti geriledi. Bu İtalya’nın ikbalinin Doğu Akdeniz’de 15. asırda sönmeye başlamasıdır ve general Bonaparte’nin Campo Formir Antlaşması’yla Venedik devletini ortadan kaldırmasına dek süren çöküşün tarihidir.
Rodos sadece Rodos değildir
Kısacası Helenizm, dini ve dili ile adalardaki restorasyonu Osmanlı hakimiyetine borçludur. O kadar ki Sakız Adası’nın zorla Katolikleşen Helenleri kendi dillerini Latin harfiyle yazarlardı. Bu yazıya Frango- Chiotika denir.
Rodos 15. asra kadar sadece Rodos değildi. Oradaki ahalinin üzerinde Alman, Fransız, İngiliz, İspanyol ve İtalyan şövalyelerin kurduğu şedid idare; Kudüs’ün Selahaddin Eyyubi tarafından geri alınmasından sonra Papa’nın Doğu Akdeniz’deki hakimiyetini berkitmekle hükümlüydü.
Geçilmez bir savunma sonucu Fatih Sultan Mehmed bile Rodos’u alamadı. Adadaki şövalyeler talihsiz şehzade Cem Sultan’ın kendilerine sığınmasını fırsat bilerek II. Bayezid’i tehdit etti. Ancak 1522’de Rodos, 16. asrın sonunda Kıbrıs ve 17. asırda Girit fütuhatıyla bu sistem çökertildi. III. Mustafa’nın Rodos’taki camii bu dönemlerin bir kalıntısıdır. Başka kalıntılar da var, sürgün edilen bazı Kırım hanlarının ve orada idam edilen son Kırım hanı Şahin Giray’ın mezarları da buradadır.
Bugünkü Türkiye halkının göze batan bir kesimi Akdeniz adalarındandır. Türkiye’de örneği kalmayan Rodos çarşısının bir köşesinde Rodos eşrafından Farelyelizade Hafız Hüseyin Efendi ile Osmancıkzade Hacı Mehmed Ağa’nın yeniden inşa ettirdikleri bir cami, Girit’te Resmo’da Granoğulları’nın yaptırdığı bir çeşmenin yanında; tarihin derinliklerinden gelen parlak Miken medeniyeti ile 19. asırdan kalan mev-levihanenin etrafındaki mezar taşları yoğun bir insanlık macerasını ifade ediyor.
Prof.Dr.İlber ORTAYLI / Milliyet Gazetesi 19.10.2008 Pazar eki