VENEDIK'I SEVMEMIZ LAZIM
Devlet-i Aliyye’nin bürokratları “Venedik Cumhuru” diye bahsederlerdi. Dünyadan diplomasi kaybolsa İtalyanlar onu yeniden icat eder, nitekim İtalyan devletleri kendi aralarında daimi elçilikler kurdukları gibi önce Bizans, sonra Osmanlı başkentinde de Venedik sarayları vardı. Bizdeki ilk Aslanlı Ev, Bahçekapı’daydı. İkincisi Fener’de; imar hareketleri sırasında yıkıldı. Elimizde kalan, Beyoğlu Tomtom Kaptan Sokağı’ndaki son Aslanlı Saray yani Palazzo Venezia 17’inci asra ait.
Venedik’e “San Marco Cumhuriyeti” de deniyor; güya iki Venedikli tacir tarafından İskenderiye’den getirilen İncil yazarı Aziz Marcus’un kemikleri St. Marco Katedrali’nde muhafaza ediliyor. San Marco’nun aslanı o günden sonra asırlarca Akdeniz ve İtalya’da en mutena sancaklardandı.
Venedikli diplomatların kaleme aldıkları “Rezensione” denilen raporlar sadece o cumhuriyeti yönetenleri değil, bugünün tarihçilerini de aydınlatıyor. Venedikli her şeyi bilirdi, yurdunda oturan Venediklinin kardeşleri veya kuzenleri İskenderiye’de, Trablusşam’da, Halep’te, İstanbul’da şirketin şubelerini idare ederdi. İnsanların giyim ve tüketim zevki kadar o ülkelerdeki yönetimin esaslarını, yöneticilerin huyunu suyunu da bilir ve dosyalarlardı.
Venedik doğuluların zevkine göre üretirdi ama doğulular da onun zevkine göre mal üretip satarlardı. Büyük kanalın iki yakasındaki Fondaco denen hanlardan biri Türklerin diğeri Almanlarındı. Birileri doğudan getirdiği malı kuzeye satar, berikiler kuzeyden getirdikleri malı doğulu meslektaşlarına devrederlerdi; Venedikliler de gereken miktarda harç, resim ve kira alırlardı.
Venedik doçları (dux veya doge) bu cumhuriyetin başındaki seçilen yöneticiydi, tıpkı Polonya Cumhuriyeti’nin başına seçimle getirilen krallar gibi. Doçlar irsen hükümete gelemezdi, buna teşebbüs eden doçların boğazı dahi kesilmiştir. Zengin tüccarlardan oluşan Patrici sınıfı eski Roma Cumhuriyeti’nin modelini benimsemişti ama iktidarı ebedi diktatörlere kaptırmamakta eski Romalıların aksine çok başarılıydılar.
Bugünün para kaçıran yönetici tipine karşı Venedik önlem aldı
Bir doç istediği gibi seyahat edemezdi, ailesinin mensupları cumhuriyet makamlarından izin almadan istedikleri kimseyle evlenemezlerdi ve cumhuriyetin sansürcüleri ailenin mektuplarını sıkıca kontrol ederdi. Doç maaş almazdı, maiyetinin ücretlerini kendi öderdi ve cumhuriyet toprakları dışında mal mülk edinmesi yasaktı. Bugünün İsviçre bankalarına para kaçıran yönetici tipine karşı Venedik çok önceden akıllı bir düzenleme yapmış.
Doçların içinde Tomasso Mogenico gibi çok beceriklileri vardı, hele Enrico Dandolo görmeyen gözlerine rağmen dünyanın altını üstüne getirdi. 1204 Haçlı seferini İstanbul’a yöneltti. Şehir yağmalandı, ahalisi katliama uğradı ve yağmanın en âlâ parçalarıyla Venedik kendi şehrini süsledi.
Şu sıralar Patrik Bartholomeos cenapları bu kanlı katliamda yağmalanan azizlerin kutsal kalıntılarını Roma Kilisesi’nden geri almayı başardı. Bazıları ona “Çalınan dört bronz atı da alırsınız inşallah” dediler; tabii hayal. İşin garibi bu bronz atlar Venedik’in birçok zenginliği ile birlikte 1797’de General Bonaparte’ın Venedik Cumhuriyeti’ni ortadan kaldıran Campo Formio antlaşmasıyla Fransa’ya götürülmüştü. Napolyon “Avrupa’nın en güzel açıkhava salonu” dediği meydandaki eserlerden başlayarak götürdü babam götürdü!
Talihsiz Venedik Cumhuriyeti’nin İstanbul’daki güzel sarayını da önce Fransızlar, 1815 Viyana Kongresi’nden sonra da Avusturyalılar iç edip kendi sefarethaneleri yaptılar; ta ki 1918’deki mütarekede şehre çıkan İtalyan birliği ilk önce oraya gidip İtalyan asıllı bir ailenin güzide diplomatı Avusturya-Macaristan sefiri Marki Pallavicini’yi sokağa atana kadar.
Şehrin fakirleri senatonun tantanalı törenlerinden sıkılırdı
Venedik Cumhuriyeti’nin bir senatosu vardı, danışma görevini yerine getirirdi. Belirli ailelerden insanlar bu senatoya seçilebilirdi, bir de 500 kişilik büyük konsül vardı; törensel bir kalabalıktı. Şehrin fakir fukarası belirli günlerde bu zümrenin tantanasından yaka silkerdi. İnsanların bulundukları mevkiden fazla tırmanma imkânları da pek fazla yoktu.
İyi korunan ticari gemi kervanlarında herkes pay sahibi olamazdı. Sigorta, posta, ticari habercilik için icat edilen “gazzetta” sistemi (yani bildiğimiz elle çoğaltılan gazete) belirli ellerde toplanmıştı.
Shakespeare’in “Venedik Taciri”ndeki Shylock tipi şehrin Yahudi cemaati arasında çok rastlanan biri değildir. Zira Venedik Yahudileri şehrin “ghetto” denilen, baruthaneye yakın kötü bir semtinde kapalı olarak yaşamaya mahkûmdular ve bir kısmının başka bir semte taşınması bile çok uzun zaman aldı. Ama bilhassa Türklerin doğu Akdeniz’de ilerlemesinden sonra Venedik’te Rum Ortodoks kilisesi ve Ermeni Katolik Mıhitarist cemaatlerin kültürel kurumları da faaliyetteydi.
Bugünkü Venedik’in ciddi sorunları var. Şehir anakaradaki kimya endüstrisinin kimyevi atıkları yüzünden lagünlerin çürümesini yaşıyor; sular yükseliyor ve mutat su baskınları artıyor. Bir zamanlar 200 bin kişinin yaşadığı lagünler şehrinde bugün nüfus 50 bine düşmüş vaziyette.
1971 yılında kaleme alınan Braunstein ve Delort raporuna göre şehirdeki mermerlerin yüzde 6’sı, fresklerin yüzde 5’i, mobilyaların yüzde 5’i, ağaç ve tuval üstündeki resimlerin yüzde 5’i bozulmuştu; şüphesiz geçen 35 senede bu feci miktarlar daha da büyümüştür.
İtalyan devleti ve beynelmilel kurumlar çaresizlik içindedir, restorasyonlar çok yavaş ilerlemektedir. Akdeniz medeniyetinin mutantan dönemini temsil eden bu güzel şehir bizim tarihimizin de vazgeçilmez bir parçasıdır. Herkes gibi biz de onu sevmek ve kara tarihi ile ilgilenmek durumundayız.
İlber Ortaylı / 01 Mart 2009 Milliyet Pazar ekinden...