KALECIK ÜZÜMÜ PEKMEZ Mİ OLSUN?
AKP’nin Kalecik belediye başkan adayı “Kalecik Karası şaraba indirgenmemeli, bu üzüm pekmez ve marmelat da olmalı” diyor. Bağ ülkeleri şaraptan trilyonlar kazanırken pekmez peşinde koşmak, zenginliğe gidecek yoldan uzaklaşmak demek...
Kalecik Karası üzümünü sadece şaraba indirgemek doğru değil. Bölgemize has bu üzüm pekmez ve marmelat olarak da kullanılabilir. Şarap kadar pekmezin de, diğer ürünlerin de marka olması için çalışacağım...”
Geçtiğimiz hafta gazetelerin birinci sayfalarına çıkan bu sözler, AK Parti’nin Ankara’nın Kalecik ilçesi belediye başkan adayı Filiz Ulusoy’a aitti. Ulusoy, halkının büyük çoğunluğu dindar olan ve yıllardır sağ partilere oy veren, buna rağmen de şaraplık üzüm üretmekten hiç de şikayetçi olmayan Kaleciklilerden, bu sözlerle oy toplayacağını zannediyordu.
Sayın Ulusoy kusura bakmasın ama söyledikleri en hafifinden koyu bir bilgisizlik örneği. Pekmez, kuru üzüm, cevizli sucuk, “Zile pekmezi” türü üzüm helvaları, üzüm çekirdeği tozları hiçbir zaman ciddi katma değer kazanamayan alçakgönüllü ürünler...
Bu onların sağlık ve beslenme açısından değersizliğinden değil, çok özel ve sıra dışı lezzetlerle fark yaratamamasından, şık sofralara ve lüks ortamlara çıkamamasından kaynaklanıyor.
Nitekim Türklerden başka hiçbir bağcı ulus da şaraptan korkarak üzümünden bu tip ürünler yapmaya ağırlık vermiyor. Gürcistan’da cevizli sucuk basit bir köylü yiyeceği iken, İtalya’da “vincotto” denilen pekmez sadece fantezi bir ürün olarak sınırlı bir ilgi görüyor. Zira bağcılıkta kuvvetli olan her ülke, üzümüne en iyi katma değeri şarap yoluyla katıyor.
Dünyanın en ünlü şarap yazarı Hugh Johnson milyonlarca satan kitaplarında “Türkler üzümü yer!” diye hafif alay ederken buna işaret ediyor. Fransızlar “Burada üzüm şaraptan yapılmıştır” diyecek kadar ileri giderken, dünyanın dördüncü büyük bağ ülkesi Türkiye, üzümünün ancak yüzde 2’sini şaraba işliyor.
Mercedes’li köyler
Bugün AKP’li adayın şaraptan pekmeze döndürmeye çalıştığı Kalecik, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ziraat Bankası’nın sekizinci şubesinin açıldığı yermiş. Ağırlıklı olarak şarabın yarattığı ekonomi o denli canlıymış ki, banka birçok büyük ilden önce bu ilçede şube açmış.
Tıpkı, 1900’lerin başında Fransa’ya 300 milyon litre şarap ihraç eden, gemilerin limanında sıra beklediği Tekirdağ ya da şarabın tütünle birlikte en önemli ihraç ürünü olduğu, üzümün yüzde 70’inin şaraba işlendiği İzmir gibi... Cumhuriyet’ten sonra mübadele ile şarapçılığı yürüten Rum ve Ermenilerin gidişi, bu bağları kuru üzüm ile sofralık üzüme yöneltmiş. Ege’de kuru üzümcülük o yıllarda patlamış ve bazı yıllarda çürümeye yüz tutan binlerce tonluk üretim fazlaları ile devletin de başına bela haline gelmiş. Kuru üzümcülük patlayınca, fiyatlar da dibi bulmuş ve kâr marjları feci düşmüş.
Bugün Türkiye’nin bağ cennetleri olan Tekirdağ, İzmir, Manisa, Ürgüp, Tokat gibi yöreler fakirlikle boğuşuyor. İlk asma çubuklarının 2 bin yıl önce Foça’dan gittiği Fransa’da ise, bugün bu asmaların torunları sayesinde her 5 kişiden biri geçimini sağlıyor. Nüfusun 5’te biri geçimini bağcılık, şarapçılık ve ona bağlı yan iş dallarından kazanıyor.
Fransa 2004 yılında şampanya ihracatından 1,5 milyar, Bordo şarabından 1,2 milyar, konyaktan da 1 milyar avro kazanmış. Haliyle bunlar bağcının günlük hayatına da zenginlik olarak dönüyor.
Bordo’nun şaraplarıyla ünlü Medoc bölgesinde, kasabalarda taksi durakları son model Mercedes’lerle dolu mesela. Hemen her bağcı ailenin evinin bahçesinde görülen yüzme havuzları, refahın derecesi hakkında bir fikir veriyor. İtalya’nın kuzeyinin şaraplarıyla ünlü Barolo ve Barbaresco gibi köylerinde, evlerin kapılarında Maserati otomobiller görüyorsunuz.
Tanıştığımız bağ sahipleri “Ülkeniz çok güzel. Her yıl teknemizle Marmaris koylarında geziyoruz” gibi iltifatlarda bulunuyorlar. Bölgelerinin şarap imparatorları da değil, topu topu 100 dönüm bağı, 150-200 fıçısı olan insanlar bunlar... Şarapçılıkta bir asrı ancak deviren ABD’de, daha 1966’da kurulan Robert Mondavi şarap firması, 2005’te 1,3 milyar dolara alıcı bulabiliyor.
Aslında bu kadar söze de gerek yok. Bir şişesi 1000 avroya alıcı bulan Petrus şarabının içinde altın suyu, platin özü, elmas tozu filan bulunmuyor. O şişenin içinde sadece özel bir bağda yetişen 1 kilo Merlot üzümü var. Ve o üzümü en güzel şekilde yetiştirip şaraba işleyen insan emeği, üretim kültürü...
1 kilo üzümü bin avroya satmanın sırlarını öğrenip bu yolda çaba sarf edecek yerde, ülkenin en nadide üzümlerinden biriyle pekmez yapmak mı?
Ne diyelim, Allah akıl fikir versin...
Mehmet Yalçın / Milliyet Pazar 01 subat 2009