DİLLERİ TÜRKÇE DÜŞLERİ BURSA
Yunanistan’ın Drama kentinden gelen mübadillerden kardeş torunları Tanaş Hacıpantu ve Lukiya Katip’le Kapalıçarşı girişindeki çay bahçesinde konuştum. İkisiyle de röportajı çok güzel konuştukları ana dilleri Türkçe’yle yaptım. İkisi de daha önce Türkiye’ye gelmiş.
Bir rüzgâr esti, binlerce yıl aynı topraklarda yaşayanlar birbirlerinden ayrı düştü.
1912 yılından itibaren savaşların yol açtığı ayrılıklar sonucu Türkiye ve Yunanistan'da yaşayanların kimliklerine kendi iradeleri dışında "göç" yazıldı.
"Göç"le yüz binlerce insan karşılıklı olarak yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda bırakıldı.
Türkiye'den 1922'den itibaren Yunanistan'a gidenlerle, 30 Ocak 1923 tarihinde Lozan'da TBMM Hükümeti’yle Yunanistan Hükümeti arasında imzalanan Yunan ve Türk Ahalinin Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol gereğince her iki ülkeden ayrılanlar; arkalarında ülkelerinin ve ailelerinin "tarih"ini bıraktı.
Yeni vatanlarında geride bıraktıkları "tarih"lerine sahip çıkma amacıyla didinen mübadillerin çocukları ve torunları artık karşılıklı olarak eski "vatan"larını ziyaret ediyor, atalarının izlerini arıyor.
Atalarının izlerini arayan ikinci kuşak mübadillerden bazıları ay başında Bursa’ya geldi.
Yunanistan’ın Drama kentinden gelen bir grup Bursa kökenli mübadilden kardeş torunları Tanaş Hacıpantu ve Lukiya Katip’le Kapalıçarşı girişindeki çay bahçesinde konuştum.
İkisiyle de röportajı çok güzel konuştukları ana dilleri Türkçe’yle yaptım.
İlk söz 1925 yılında Drama’da doğan Tanaş Hacıpantu’da.
Annesi Athina Hacıpantu Dereköylü, babası Todoraki Hacıpantu İrfaniyeli (Dansarı.)
1922’den önce bir Rum köyü olmasına karşın konuşulan dil Türkçe olduğu için Tanaş Hacıpantu annesinden öğrendiği Türkçe’yi, bugün hâlâ ondan öğrendiği gibi konuşuyor: Temiz, akı ve aksansız.
Röportajdan çok sohbet havasında geçen, zaman zaman onun bir esprisiyle süslenen ve bir ara yarım saat kadar kesilen konuşmamız bittiğinde Hacıpantu’nun sürpriz sorusuyla karşılaştım.
Sorunun ne olduğu, konuşmamıza neden ara verdiğimizi röportajın sonlarına doğru öğreneceksiniz.
Şimdi Hacıpantu’nun "Dur bak şinci…" diye başladığı röportajın can alıcı noktalarını okuma zamanıdır:
BABASI DENİZE DÜŞMÜŞ
"Yunan ordusu geri çekilmeye başlayınca bizimkiler de Türkiye'den "kopmak" zorunda kaldı. Annemle babam, evlendikten sonra Dansarı’ya taşınmışlar. Yunanistan yolculuğu Dansarı’dan başlamış. Üç çocuk yapmışlar: Dimitros, Panoyota ve Fotini. Ben ailenin Yunanistan’da doğan ilk çocuğuyum. Benden sonra bir çocuk daha yaptı anam. Ağabeyim ve büyük ablam öldü. Dansarı’da doğan Fotini yaşıyor. 88 yaşında şinci. Fotinin oğlu Niko Kayaoğlu Nikiforos’un (Nusratlı) eski belediye başkanı. Sen onu tanıyon. Köyden öküz arabalarıyla yola çıkıp Mudanya’ya gitmişler. Oradan da Tekirdağ’a. Mudanya gemilere binmek isteyenlerle dolup taşmış. Gemiye binmek isterlerken düşüp boğulanlar olmuş. Babam da anamı ve çocuklarını bir gemiye sağ salim yerleştirdikten sonra denize düşmüş. O sırada gemi kalkmış. Anam kocası boğuldu, çocuklara aç ve açıkta kalacak diye perişan olmuş. Ama babam üç ay sonra bin bir zorlukla Tekirdağ’a giderek karısını ve çocuklarını bulmuş.
Babamların Tekirdağ’da ne kadar kaldıklarını bilmiyorum. Orada kafilerle Yunanistan’a gitmişler. Bizim grubu Drama’nın köylerine dağıtmışlar. Anne babamın hissesine de Zağrıç köyü düşmüş. Dansarı’da rençperlik yapan, buğday, arpa eken, üzüm yetiştiren babam Drama’da tütüncülük yapmaya başladı. Babamlar Drama’da daha beter köylere düştüler. Onun için anam da, babam da yaşadıkları müddetçe hem Dereköy hem de Dansarı için heç kötü konuşmadılar. ‘Memlekette eyi idik’ diyorlardı. Hep akıllarındaydı. "Ah be kısmet olsa da köylerimize gitsek…" diye dua ederlerdi sık sık.
Tanaş Hacıpantu da bir ara tütüncülük yapmış Drama’da.
Şimdi çalışmıyor.
Günleri kendi deyişiyle "Evden kayfeye, kayfeden eve" geçiyor.
Anne ve babasının zor hayatlarını anlatırken bir ara "Biz de çok çektik" dedi.
Ve ekledi:
"İkinci savaşta Bulgar askerleri bağımızı bahçemizi, harmanımızı basar ürünlerimizi alırdı silah zoruyla. Bize de iki parmağımızın arası kalırdı..."
"MEYDAN BULDU" TÜTÜN ALDI
Türkiye’yi, Bursa’yı kapı komşu yapmış Tanaş Hacıpantu.
Daha önce yedi kez gelmiş anne babasının memleketine.
Bu gelişinde, gruptaki diğer arkadaşlarının memleketi Ayvalık ve İzmir’e uğramışlar önce, sonra da Bursa’ya.
Şinci, geldik röportaja niye ara verdiğimize.
Hacıpantu, bir ara sigara içmek istedi.
Kutudan sigara çıkarırken "Bu zamane cigaralarına heç alışamadım, meydan bulsam da tütün alsam" dedi.
İki dakika sonra "Gezen kurt aç kalmaz. Sen hele bekle bi yol" diyerek kalktı masadan.
Yarım saat sonra, bir dahaki Bursa ziyaretine yetecek kadar tütün ve sigara kâğıdıyla döndü yanıma.
"Meydan bulmuş", Türk tütünü almıştı.
Tanaş’ın sürpriz sorusunu merak ediyorsunuz değil mi?
Sizi daha fazla merakta bırakmadan söyleyeyim.
Röportaj için teşekkür etmeye hazırlanıyorken Tanaş, "Hep sen sordun şimdi ben soruyom. Biz köylere gideceğiz gelir misin sen de?"
Soru ve davet sürprizdi.
Hemen kabul ettim.
Hepsi birbiriyle hısım akraba 11 kişi bir minibüsle, Türkçe ve Rumca söylenen ortak türkülerle Başköy, İrfaniye ve Dereköy’e gittik.
Köy ziyaretleri tamamlandıktan sonra Bursa’ya dönerken herkesin yüzü gülüyordu.
En çok da Tanaş Hacıpantu’nun.
Biz minibüsün arkasında geziyi değerlendirirken o önde annesinin köyü Dereköy’den aldığı incir piçlerinin ağaca dönmesini, o ağaçtan topladığı "memleket" inciri çocukları ve torunlarıyla yiyeceği günleri düşlüyordu.
"NAZLI VASİLİS’İN" KIZI LUKİYA
Şimdi sıra Dereköylü "Nazlı Vasilis"in kızı Lukiya Katip’te.
1927 yılında Drama’nın Kozlu (Platania) köyünde doğan Lukiya Katip annesinden babası hakkında duyduklarını anlatarak başladı röportaja:
"Babamı Türkiye’de askere almışlar. Seferberlik mi ne deniyormuş ne. Babam askerdeyken anam kocasına oğlan çocuk doğurmuş. Babam oğlunu görmek için kumandandan izin almış, Dereköy’e gelip sonra geri dönmüş askerlik yerine. Ama kapıda duran kapıcıbaşı komamış onu içeri girsin. Sonra da o kumandan babamı mahkemeye çıkarmış. Mapusa atmışlar babamı.Yayam Maria askerlik yerine mapustaki oğlunu görmeye gitmiş, yanına annemin kocası için yaptığı parayı da alarak. Yayam o parayı üç sıra telden içeri atmış neferler oğluna versin diye. Ama nöbetçi neferler para kesesini geri atmış. Sonra babam yayamı görmüş. Ona, ‘Beni eski Selanik’e Yedikule zindanlarına götürecekler galiba. Ama tasalanmayın gün doğmadan neler doğar’ demiş. Daha sonra babamın gözlerine mendil bağlayıp örtmüşler. Babam ‘Beni götürmeyin karım var, anam ve küçük çocuklarım var’ diye yalvarmış. Hatta askerlerle dövüşmüş. Ama boşuna. Onu Selanik’e zindana götürmüşler. Bunlar ne zaman olmuş pek bilmiyom. Anam masal gibi anlatırdı. Daha sonra herkes gibi bizimkiler de yanlarına pılı pırtı alamadan kaçmış Mudanya’dan. Kaçıştan sonra zindandaki mapuslar salınmış. Babam dışarı çıktıktan aylar sonra sora sora bizi Drama’da bulmuş ve ailesine kavuşmuş."
Lukiya Katip, bir solukta annesinden duyduklarıyla babasını anlattıktan sonra durdu, "Babama Nazlı Vasilis diyorlarmış. Neden Nazlı dediklerini hiç öğrenemedim biliyon mu?" demekle yetindi.
Vasilis’in Dereköy’de kalan karısı, annesi ve çocukları 1922’in sonbaharında Dereköy’den ayrılmış. Vasilis Katip’in ailesi Mudanya’dan direklerine kadar dolu bakımsız gemilerle önce Tekirdağ’a gitmiş.
Efsteratia o günleri kızına anlatırken "Bizi memleketimizden köpek eniği gibi attılar. Yanımıza bir asma çubuğu bile alamadık." dermiş hüzünle.
Söz yeniden Lukiya Katip’te:
"Bizimkilerin Tekirdağ’da ne kadar kaldıklarından habarım yok. Oradan trenle Drama’ya gitmişler. Mudanya’dan çıkış, Drama’ya varış neredeyse bir sene sürmüş. Kozlu’ya vermişler. Kozlu’da Türklerle iki sene kadar beraber oturmuşlar. Türkler andalayi (mübadele) olunca gitmiş. İyi geçinmişler iki sene onlarla. Dereköy’de doğan ablam Maria hayatta. Şimdi 88 yaşında. Köyden kaçarlarken mısır koçanı gibi küçücükmüş."
Birinci kuşak mübadiller Yunanistan’a gittiklerinde hastalıklarla boğuşup geçim ve uyum sıkıntısı çektiler.
Aynı sıkıntıları Lukiya Katip’in anne babası da çekti.
Onlar Türkiye’de savaşın getirdiği sıkıntıları ve mübadeleyi de yaşadı.
Buna rağmen Dereköy hep dillerindeydi:
Katip anlatıyor:
"Bizimkiler bir gün gelir Türkiye’ye gider miyiz diye düşündüler hep. Gelemediler buralara, göremediler topraklarını. Önce yollar kapalıydı gelemediler, sonra para yoktu gelemediler. Memleketleri akıllarına geldikçe ağlıyorlardı. Dereköy hasretlerini toprağa gömüldüler."
DAMARI BU TOPRAKLARDA
Mübadeleden önce Rum köyü olmasına karşın Türkçe konuşuluyormuş bugün Kavala ve Girit kökenli mübadillerin yaşadığı. Dereköy’de. Türkçe o nedenle Lukiya Katip’in ana dili. Rumca’yı zorunlu olarak öğrenmiş Drama’da gittiği okulda. Ancak mektebi "çıkaramamış",yani bitirememiş.
Röportajın "bugün" bölümüne gelmiştik.
İşte Lukiya’nın anlattıkları
"Analarımız babalarımız andalayinin sıkıntılarını yaşadı, biz ikinci kuşaklar da hem Alaman savaşını hem de iç savaşı yaşadık. Alaman savaşında Alamanlardan, Bulgarlardan çok çektik. Harman döverken Bulgar askerleri gelir buğdayı alır gider, bize samanı bırakırdı. Bizim nesil de çok çekti, annadın mı?"
Dereköy’e gitme zamanı gelmişti.
Lukiya geçen yıl da gelmiş Dereköy’e.
Bu kez kızı Maria’yla damadı Andrea’yı getirmiş atalarının köylerini görsünler diye.
Köye vardığımızda Lukiya, kızı ve damadını yanına alarak doğru kiliseye gitti.
Ama bacaklarındaki rahatsızlık nedeniyle merdivenleri çıkamadı, iki üç basamaktan fazla.
Kilise yıkıldı, yıkılacak durumda. Lukiya o yüzden çok üzgün. Katip bu konuda "Ne sizinkiler, ne de bizimkiler ilgi gösteriyor kiliseye. İlk gelişimde buraya korkudan içeri giremedim. Ama yine de ibadetimi yaptım, havaya haç çıkardım." diye konuştu. Kilise Girit ve Kavala mübadilleri Dereköy’e iskân edilince önce cami olarak kullanılmış, sonra da düğün salonu yapılmış.
Lukiya Katip, kardeş torunu Tanaş Hacıpantu’yla kiliseden dönerken köy kahvesine davet edildiler.
Tanaş ve Lukiya’nın kızıyla damadı köylülerle sohbet ederken ben son soruları sordum konuğuma:
"Türkiye’ye gelince içim rahatlıyor. Türkleri seviyorum. Nasıl sevmeyeyim. Köklerimiz, damarımız burada. Biz beraber yaşadık kim bilir kaç yıl. Damarımız bu topraklarda biliyon mu? Biz iki memleketin insanları birbirimize çok yakınız biliyon mu? Sözüm yabana, aramızı büyükler bozuyor. Kavgaları o büyükler çıkarıyor. Aferin delisi olmuşlar sanki."
Bu röportaj burada bitti.
Lukiya Katip’le röportajı bağlamanın zamanıdır, hem de onun sözüyle:
"Bıldır (geçen yıl) gelmiştim, bak bu yıl da geldim.Yine geleceğim..."
İSKENDER ÖZSOY / Bursa Hakimiyet Gazetesi 19.10.2009